orta-dunya-com
  Ar-Pharazôn
 

Altın Ar-Pharazôn Gimilkhâd'ın oğlu Miriel'in kocası, ve Númenórean'ların 25. ve son kralı. İkinci çağın 3118.yılında doğdu, 3225 yılında tahta geçti. İkinci Çağın 3319 yılında öldü.

Aslında krallık asası Tar-Palantir'in kızı Miriel'e geçmesi gerekiyordu. Ama kızın istememesine rağmen Pharazôn onu karısı olarak aldı, aslında bu yaptığında kötülük vardı ve Númenórean yasalarına göre ikinci derecede kuzenden daha yakın akraba evliliğine, kraliyet ailesi için bile izin verilmezdi. Evlendiklerinde asayı kendi eline geçirip Ar-Pharazôn adını (Elf dilinde Tar-Calion demektir) aldı; kraliçesinin ismini de Ar-Zimraphel olarak değiştirdi. Númenór'un kuruluşundan bu yana Deniz Kralları'nın Asası'nı elinde tutanların en kudretlisi ve en kibirlisi Altın Ar-Pharazôn'du.

Kudretinin görkemi içinde Armenelos şehrindeki oyma tahtında oturmuş karanlık düşüncelere dalmıştı, savaş düşünüyordu. Çünkü Sauron'un Orta Dünya'daki krallığının gücünü ve onun Batıil'e duyduğu nefreti öğrenmişti. Doğudan dönen gemi sahipleri ve reisler huzuruna çıkıp Ar-Pharazôn Orta Dünya'dan döndüğünden bu yana Sauron'un gücünü nasıl geliştirdiğini anlatıyorlardı, Sauron kıyılardaki şehirler üzerine baskı yapıyordu, artık İnsanların Kralı unvanını almış amacının Númenóreanları denize dökmek ve eğer böyle bir şey mümkünse, Númenór'u yok etmek olduğunu açıklamıştı.




Bu gelişmeler üzerine Ar-Pharazôn'un kızgınlığı büyümüştü, gizlice uzun uzun düşündü, yüreği ölçüsüz bir kudret ve hükümdarlık arzusuyla doldu. Valar'a danışmadan ya da bilge birinin yardımını almadan tek başına, İnsanların Kralı unvanının kendisine ait olduğuna karar verdi, Sauron'u kulu ve hizmetkârı olmaya zorlayacaktı; çünkü kibri yüzünden hiçbir kralın Eärendil'in Varisi'yle rekabet edecek kadar kudretli olmadığını düşünmekteydi. Böylece, silah yapımı için büyük demir atölyeleri kurmaya başladı, savaş için birçok gemi inşa etti ve onları silahlarla birlikte depoladı; her şey hazır olduğunda, ordusunun başına geçip Doğu'ya yelken açtı.

İnsanlar altın renginde parıldayan kızıla boyanmış gemilerinin günbatımından gelmekte olduğunu gördüler, kıyılara yerleşmiş olanların yüreklerine korku düştü ve içerilere doğu kaçtılar. Donanma sonunda Umbar diye isimlendirilen yere ulaştı, orada Númenóreanlar'ın hiç el değmemiş kudretli bir limanı vardı. Deniz'in Kralı, Orta Dünya'nın üzerine yürüdüğünde, o topraklar bomboş ve sessizdi. Yedi gün boyunca sancaklar ve borularla ilerledi, bir tepeye geldi, tepenin üzerine otağını ve tahtını kurdu; toprakların ortasına kuruldu, ordusunun çadırları çevresinde mavi, altın rengi ve beyaz renklerde, uzun çiçeklerden oluşan bir tarla görüntüsü sergileyerek dizildi. Ardından haberciler göndererek Sauron'a huzuruna gelip sadakat yemini etmesini emretti.

Sauron geldi. Hatta güçlü kulesi Barad-dûr'dan kalkıp geldi, savaşa hiç yeltenmedi. Çünkü Deniz'in Kralı'nın kudretinin ve görkeminin söylenenlerin üzerinde olduğunu anlamıştı, en kudretli hizmetkârlarına bile onlara karşı koyabilmeleri konusunda güvenemezdi; Dúnedain hakkındaki istekleri için henüz zamanın gelmediğini görmüşü. Güç iş yaramadığında, hilekârlığına başvurarak kazanacak kadar becerikli ve kurnazdı. Böylece, Ar-Pharazôn'un huzurunda boyun eğerek dilini yumuşattı; ve insanlar söylediklerinin adilliğine ve bilgeliğine hayran kaldı.

Ama Ar-Pharazôn tamamen kanmamıştı, aklına Sauron'un ve içtiği sadakat andının daha iyi korunabilmesi için onun ve Orta Dünya'daki tüm hizmetkârlarının rehine olarak yaşamak üzere Númenór'a götürülmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu Sauron'un razı olduğu bir tutsaklıktı, gizli düşüncelerinde bunu memnunlukla kabul ediyordu çünkü bu durum aslında onun arzularına uyuyordu. Sauron denizi aşıp Númenór diyarına baktı, görkemli günlerini yaşayan Armenelos şehrini şaşkınlıkla seyretti; ama kalbi kıskançlık ve nefretle daha da doldu.

Ar-Pharazôn Sauron'a sordu:
Karanlığın Efendisi kimdir?"

Sonrasında Sauron, Kralla kilitli kapıların ardında konuştu ve yalan söyledi, dedi ki:
"O, artık adı anılmayandır; çünkü Valar sizi onun hakkında kandırdı, kendilerine köle yapmak için İnsanoğlu'nu zincirlemeye çalışırlarken, kendi yüreklerinin deliliklerinde tasarlanmış bir hayalet olan Eru'nun adını öne sürdüler. Çünkü onlar, ne isterse sadece onu söyleyen Eru'nun kâhinleridir. Ama onların efendileri hâlâ hüküm sürmekte ve sizi bu hayaletten kurtaracak; onun adı Melkor, Her Şeyin Efendisi, Özgürlük Verici ve sizi onlardan daha güçlü yapacak."

Böylece Kral Ar-Pharazôn, önce gizlice, kısa süre sonra da halkının gözleri önünde açıkça Karanlığa ve Efendi Melkor'a tapınmaya başladı; halkının büyük bölümü de onu izledi. Hâlâ Sadıklar'dan geriye kalanlar da vardı, söylendiği gibi Rómenna civarına yerleşmişlerdi küçük ve dağınık olarak sağda solda yaşıyorlardı.

Sauron, sarayın bahçesinde büyüyen Ak Ağaç'ı, Güzel Nimloth'u kesmesi için Kralı zorladı, çünkü o Eldar ve Valinor'un ışığının anısıydı. Kral önceleri, Tar-Palantir tarafından söylenen hanedanının kaderinin Ağaç'a bağı olduğu kehanetine inandığı için buna razı olmadı.Lakin İsildur Ak Ağaç'tan bir meyve alınca Sauron'un isteğine razı olarak Ak Ağaç'ı kesti ve ardından atalarının sadakatlerine tamamen yüz çevirdi. Sauron, Númenórean kenti Altın Armenelos'un ortasındaki bir tepenin üzerine görkemli bir tapınak inşa ettirdi; tabanı daire biçimindeydi, elli ayak kalınlığında duvarlar vardı, tabanının genişliği merkezden beşyüz ayaktı, duvarlar zeminden beşyüz ayak yükseliyordu ve görkemli bir kubbeyle taçlandırılmıştı. Kubbe tamamen gümüşle kaplıydı, güneş parladığında ışıltısı çok uzaklardan görülebiliyordu; ama kısa sürede ışık karardı, gümüş simsiyah oldu. Çünkü tapınağın ortasında ateş yanan bir sunak, kubbenin en tepesinde bir pencere vardı ve oradan dışarıya duman çıkmaktaydı. Sauron sunaktaki ilk ateş Nimloth'tan kesilen parçalarla tutuşurdu, ağaç çıtırdayarak yandı; insanlar çıkan kötü kokulu dumandan hayrete düşüler, öyle ki ülke yedi gün batıya doğu yavaş yavaş dağılıp gidene dek bir bulutun altında kaldı.

Sonrasında ateş ve duman kesintisiz yükseldi; Sauron'un gücü her geçen gün arttı, tapmakta kendilerini Ölüm'den kurtarması için kan akıtarak, işkenceler ve büyük kötülükler yapılarak insanlar Melkor'a kurban edildi. Kurbanları çoğunlukla Sadıklar arasından seçtiler; yine de Özgürlük Verici Melkor'a tapmayacaklarını asla açığa vurmadılar, aksine karşı çalışmalara başladılar, çünkü Kraldan nefret ediyorlardı ve ona isyan ettiler ya da akrabalarına karşı yalanlar ve zehirlerle komplolar kurdular. Yapılanların büyük bölümü yanlıştı; bunlar acı günlerdi ve nefret nefreti getirdi.

Böylece Yıldız Diyarı'nın Kralı Ar-Pharazôn, Morgoth'un saltanatından bu yana dünyanın en kudretlisi haline geldi, ama aslında her şeye tahtın arkasından Sauron hükmediyordu. Ve yıllar geçti, yaşamı uzadıkça Kral, ölümün gölgesinin yaklaştığını hissetti; korku ve öfkeyle doldu. Artık Sauron'un hazırlandığı ve uzun zamandır beklediği zaman gelmişi. Sauron Kral'la konuştu, artık onun çok kudretli olduğunu ve arzuladığı her şeye herhangi bir yasak ya da engelle karşılaşmadan ulaşabileceğini söyledi.

Sauron:
"Valar ölümün olmadığı diyarı kendileri için sahiplendi; size bu konuda yalan söylediler, yapabileceklerinin en iyisi onu saklamaktı, sebep onların tamahkârlığıydı ve İnsanoğlu'nun Kralları'nın, ölümsüz diyarı ellerinden alıp onların yerine dünyayı yönetebileceği korkularıydı. Bununla beraber, kuşkusuz ki, sonsuz yaşam armağanı her şey değildi; güce, gurura, ulu bir soya sahip insanlar olmak da aynı şekilde değerliydi ama tüm adalete rağmen, böyle bir ödülü borcu olduğu halde, Kralların Kralı Ar-Pharazôn'dan, yalnızca Manwë ile karşılaşabilecek olan Yeryüzü'nün oğullarının en kudretlisinden esirgedi. Ancak ulu krallar inkârlara tahammül etmez, gereken neyse alırlar."Ar-Pharazôn, Sauron'a kulak verdi; Valar'a karşı nasıl savaş açabileceğini yüreğinde uzun uzun düşünüp tartmaya başladı.

Daha eski zamanlarda Númenór adasının havası İnsanoğlu'nun ihtiyaçlarına ve zevkine uygundu. Uygun mevsimlerde yağmur; güneş ışığı, bazen ılık bazen serin, denizden esen rüzgârlar vardı. Ama artık tüm bunlar değişmişti; gökyüzü karanlıktı, o günlerde yağmur ve dolu fırtınaları vardı, şiddetli rüzgârlar esiyordu; büyük Númenórean gemileri sık sık batarak limana dönemiyorlardı.



Yıldız'ın yükselişinden bu yana üzerlerine böylesi bir keder çökmemişti. Gecenin içinde batıdan büyük bir bulut belirdi, kanatları kuzeyden güneye doğu uzamış bir kartal biçimindeydi; yavaşça korkunçlaşarak günbatımını örttü, Númenór'un üzerine en korkunç gece kapandı. Kartalların bazıları kanatlarının altında yıldırımlar taşıyordu, deniz ve bulut arasında gök gürlemeleri yankılandı.




Sonra insanların korkusu büyüdü. "Batı'nın Efendileri'nin Kartalları!" diye haykırdılar. "Manwë"nin Kartalları Númenór'un üzerine geldi!" Kartallar insanların yüzlerine doğru alçaldı.

Yıldırımlar daha da artarak insanları, tepelerin üzerinde, tarlalarda ve Şehrin sokaklarında katletti; ateşten bir ok Tapınak'ın kubbesine çarptı ve paramparça oldu, alevler içinde kaldı. Ama Tapınak dayanıklıydı, Sauron onun en tepesine çıkıp yıldırımlara meydan okuyarak dikildi, hiç zarar görmedi; o andan itibaren insanlar onu tanrı saydı, söylediği her şeyi yaptılar. Böylece son alamet geldiğinde kimse bunu dikkate almadı. Altlarındaki toprak sarsıldı, yeraltının gök gürlemesi gibi yükselen sesi denizin kükreyişiyle karıştı, Meneltarma'nın zirvesinden dumanlar yükseldi. Ama daha fazlası Ar-Pharazôn, donanmasını topladığında oldu. Gemilerinin direkleri dağların üzerindeki ormanlar, yelkenleri yayılmış bulutlar gibiydi; sancakları altın rengi ve siyahtı. Bütün bunlar Ar-Pharazôn'un bir sözünü bekliyordu; Sauron, Tapınak'ın en iç bölgesine çekildi ve insanlar yakması için ona kurbanlar getirdi.

O vakit Batı'nın Efendileri'nin Kartalları, günbatımından çıkıp geldiler, sanki savaşacakmış gibi sıralanmışlardı ve sonu görüş uzaklığının ötesinde yok olan bir hat halinde ilerlediler; yaklaştıkça kanatları daha da açıldı, gökyüzünü kavradı. Arkalarında kalan Batı kıpkırmızı kesildi ve kartallar yüce bir öfkenin aleviyle yanıyorlarmış gibi parıldadılar, öyle ki tüm Númenór için için yanan bir ateş gibi aydınlandı; insanlar, yoldaşlarının yüzlerine baktılar ve onlara öfkeden kızarmışlar gibi göründü.

Sonrasında Ar-Pharazôn yüreğini daha sertleştirdi ve kudretli gemisi Deniz Kalesi'ne, Alcarondas, çıktı. Geminin birçok küreği, birçok direği vardı, altın rengi ve siyahtı; üzerine Ar-Pharazôn'un tahtı yerleştirilmişti. Ardından zırhını kuşanıp tacını taktı, sancağı yükseldi ve çapaların çekilmesi işaretini verdi; işe o anda Nümenor boruları gök gürleyiş gibi kükredi.



Böylece Númenórean donanması Batı'nın tehdidine karşı yola çıktı; çok az rüzgâr vardı ama birçok küreği, kamçı altında kürek çekecek güçlü kölelere sahiptiler. Güneş battı ve etrafı büyük bir sessizlik kapladı. Karanlık ülkenin üzerine çöktü, dünya ne olacağını beklerken deniz çok sakindi. Gemiler yavaş yavaş limanlarda gözleyenlerin görüşünden çıktılar, ışıkları sönükleşti ve gece onları yuttu; sabah hepsi gitmişti. Doğudan yükselen bir rüzgâr onları yavaşça uzaklaştırmıştı; Valar Yasağı'nı çiğnediler, Ölümsüzler'le savaşarak, Dünya'nın Sınırları içindeki sonsuz yaşamı onlardan geri almak için yasaklanmış denizlere yelken açtılar.



Ar-Pharazôn'un donanması engin denizlerden gelip, Avallóne'yi ve Eressëa adasını tamamen kuşattı; batan günün ışığını Númenóreanların bulutuyla kesildiğinde, Eldar ağlıyordu. Ar-Pharazôn sonunda Aman'a, Kutlu Diyar'a, Valinor sahillerine ulaşmıştı; hâlâ her şey sessizdi ve yazgı ipin ucundaydı.
Ar-Pharazôn kararsızlığa kapıldı, nerdeyse geri dönecekti. Sessiz sahillere baktığında, ışıldayan Taniquetil'i gördüğünde yüreğine bir korku düşmüştü, kardan daha beyaz, ölümden daha soğuk, sessiz, değişmez ve İlluvatar'ın ışığının gölgesi kadar korkunçtu. Ama artık kibir onun sahibi olmuştu ve sonunda gemisini terk ederek kimsenin uğruna savaşamaması için bu diyarın kendisine ait olduğunu iddia edercesine kıyıda uzun adımlarla yürüdü ve bayrağını açtı.

Númenórean ordusu Eldar'ın tamamen terk ettiği Tuna civarına kamp kurdu.

Ama Ilúvatar kudretini gösterip dünyanın biçimini değiştirdi; Númenór ile Ölümsüz Topraklar arasında büyük bir uçurum açıldı ve sular içine doğru aktı, devasa çağlayanların gürültüsü ve dumanları gökyüzüne yükseldi, dünya sarsıldı. Bütün Númenórean gemileri dipsiz derinliklere gömüldü, boğuldular ve sonsuza dek yutuldular. Aman topraklarına ayak basan Ar-Pharazôn ve ölümlü savaşçıları yıkılan tepelerin altına gömüldüler: denir ki, Son Savaşa ve Hüküm Günü'ne dek Unutulmuş Mağaralar'da hapis kalacaklardı.


_
 
  Bugün 30 ziyaretçi (32 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol